10 Kasım 2010 Çarşamba

Filmstar Sanat Atölyesi

merhabalar canım ailem :)
ailemizin bloguna yazmayı öğrendim (sezgicimmm teşekkürler) ve hemen kolları sıvadım.
son zamanlarda hayatımdaki en büyük yenilik; başladığım oyunculuk kursu.


American Film Institute'a kabul edilen ve Hollywood'da film çeken ilk Türk olan Aclan Büyüktürkoğlu'ndan ders alıyorum. Çok keyifli gidiyor.

Daha çok duyguların farkındalığı üzerine yoğunlaşıyoruz. dolayısıyla diğer kurslardan yöntem olarak da farklı olduğunu söyleyebilirm.
size linkini yolluyorum. ilgilenenlere duyurulur.
sizleri seviyor ve öpüyorum :)

Küçük Salamon Naz


12 Ağustos 2010 Perşembe

Son kuşağın yolculuk maceraları



"Nereden nereye geldik" adlı fotoğraf: Özge Gençay Üstün, yer Atatürk Havaalanı İstanbul

Bu konu nerden aklıma mı geldi, Nilgün'ün Nilay'ın yolculuk maceralarını anlatırken "aaa bizim gibi başkaları da varmış" demiştim içimden gizli gizli. Bugün başıma gelince, evde kendi kendime gülerken paylaşmak istedim sizlerle :) Sizin hikayeleri de (eminim vardır, bu kadar yaratıcı ve geniş aile bireyleri olduktan sonra) bekliyorum.

Şimdi bizim ailenin son kuşağın (Gençay bölümünün) yolculuk maceralarını deneyimledik ama diğer Salamonlarla paylaşmamıştık. Sondan bir önceki kuşağın gerginliğine bir tepki olarak bir vurdum duymazlık, bir rahatlık, "amaan canım nasıl olsa yetişiriz" gibi tavırlar son dakika kalplerin andrenalin ile pompalanmasını neden oldu, hem de kaç kez. İlk önceleri İstanbul-Marmaris Varan otobüsüyle açılışı yaptık, ufak çaplı işlerle piyasaya girdik. Kendi otobüsümüzü kaçırdığımız gibi bir sonraki otobüse binip bir de yerlerimizin başka birine satıldığı için söylenmeye kadar götürdük ilk işimizde arsızlığımızı.

Tabii boynuz kulağı geçti, Özge yanına benim gibi olan birini Cevat'ı alarak maceralarını uluslararası arenaya taşıdı. Artık o dereceye geldi ki adrenalin bağımlığı, son LA uçuşlarından bahis bile açmaya niyetlendik tek seferde sorunsuz eve gidebilecekler mi diye. Allahtan bahse girmemişiz, sorunsuz tek seferde evlerine vardılar.

Uçak maceralarında, check-in saatini kaçırıp bir sonraki gün uçağa binmek, Almanya için vizeleri olmadan Almanya içi aktarmaya binmek üzere check-in yaptırıp bavulları uçağa yolladıktan sonra gümrük kapısından tırıs tırıs eve dönmek gibi çalışmalara imza attı Özge-Cevat çifti. Tabii bu arada uçağın içinde bu harika çiftin bavullarının bulunup geri verilmesini bekleyen yolcuların içten dualarını saymıyorum. En son Cevat'ın ABD vizesinin bittiği için TR'ye gelirken BA'in Londra uçağına almaması ve Cevat'ın bavullarıyla eve geri dönmesi olayı zirve yaptı.

Ben ise girişimim masum masum İST Sabiha Gökçen - Dalaman uçağımın saatini 21.30 (gece 01.00'de Marmaris'te olacağımı düşünerek ve o saatten sonra Datça'ya servis olmadığından) sanarak, Datça'daki ahaliyi beni Marmaris'ten karşılamalarını için fikir olarak ayaklandırmakla kaldı Allahtan! Eh, ne de olsa insan SOLO ancak bu kadar çalışabiliyor.

Evet işin doğrusu, benim 13 Ağustos Cuma günü Dalaman uçağım saat 17.50'deymiş ve beni Marmaris'ten karşılamanıza gerek kalmadı sevgili annem ve babam, buradan size şirin şirin sesleniyorum. Ben kendi başıma gelebilirim, sadece site kapısından karşılayın yeter. Dönüşüm ise 2 Eylül günü saat 21.10'da Dalaman'dan.

Çalışmalarımız hiç umulmadık anlarda ortaya çıkmak üzere devam edecektir, bizi izlemeye devam edin anacım!
Sezgi.

25 Mayıs 2010 Salı

SALAMONLAR ESKİŞEHİR'DE



11-12 Mayıs tarihlerinde Nilgün'ün üyesi olduğu bir dernek tarafından düzenlenen geziye Salamonlardan Cazibe, Ülker, Cavidan, Gülgün, Nilgün, Nihal ve annesi Semra katıldılar. Gezinin ilk günü Nilgün'ün eşi Mehmet de onları yalnız bırakmadı. Keyifli geçen gezide bir de müzikli akşam yemeği yiyen grup ertesi günü Porsuk üzerinde bir gezinti yaptı. Ondan sonra da şehrin gezilecek yerlerini gördüler. Odun Pazarı, Eski Hal binası , 222, Opera ve tiyatro binası ve Büyükerşenin kurduğu cam ve eski kıyafetler müzeleri gördükleri yerler arasındaydı. Grup akşam üzeri Ankara'ya döndü. Nilgun, Nihal, Gülgün ve annesi Cazibe trenle Istanbul'a döndüler. Çok keyifli bir iki gün geçirdikten sonra böyle gezilerin sık sık tekrarlanması ve Salamonları bir araya getirmesi temenni edildi.

11 Şubat 2010 Perşembe

Bos zamanlarimda ben ne yapiyorum?

Belki merak edenleriniz oluyordur (arada da olsa), bu kiz ne yapiyor gavuristanda diye. Ben yine de yazayim dedim. Efendim benim yaptigim ise "konservatör" deniliyor. Yani bir tarihi ya da kutlurel varligi korumaya yonelik calismalar dizisi. Bu calismalari soyle ozetlenebilir: esere ait malzemenin zamana karsi bozunumunu geciktirecek yontemler gelistirmek, eger bozunuyorsa saglamlastirmak, gerektiginde bir takim mesleki ahlaka uygun yenileme/onarma yontemleri uygulamak, uzun donem saklanmasini saglamak gibi... Kisaca sanat eserlerini korumak, simdiki ve gelecek nesiller icin en dogru sekilde saklama/sergilemeyi iceriyor.

Calistigim eserler arasinda seramik, metal malzemelerden yapilmis guzel sanatlar ya da arkeolojik eserler oldugu gibi, deri, sepet, tahta gibi malzemelerden yapilma etnografik nesneler de var. Suan Gene Autry'nin (bir zamanlarin Western filmleri aktoru) kurmus oldugu, Autry Muzesi'ne bagli Southwest Amerikan Yerlileri Muzesi'nde calisiyorum. Muzemiz ziyaretcilere kapali, cunku binanin saklama kosullarina uygun olmamamasi nedeniyle, eserleri baska bir yere tasiyoruz ve 300.000'in uzerinde eser var.

Size LA Times gazetesinde cikan bir haberimizi ekledim. Mouse'inizla ustune bir kere klikleyin buyuk halini goreceksiniz. Biraz ufak buyutec gerekebilir ama umarim okuyabilirsiniz. Sevgi ve saglicakla kalin.

9 Şubat 2010 Salı

2009 Naz ve Duru'nun yeni yil mesaji

Bu blogun bir sene once kurulmasina Naz ve Duru'nun gecen sene yazip herkese gonderdigi yeni yil mesaji sebep oldu. Ben de blogun birinci yilini kutlamak anisina, teee eley'deki buzdolabimda asili duran onlarin yazdigi bu yaziyi kayit altina almak istedim, burada yaziya doktum. Turkce karakterler kullanamadim affola. Foto da koymak istedim ama Naz fb hesabini kapatmis, internetten biraz aramayla bu fotolari ekledim:



Ayrica Naz'in fotosunu ararken Sabah arsivinden su haberi buldum. Umarim bunlari buraya koydum diye kizmazsiniz kizlar :)

Neyse konu-bahsi gecen yazi asagidadir:

Sahip olduklarimizin degerini, gercekten hayatimizdaki yerlerini anlamak icin oyle her an, hep beraber olmaya gerek yok... Hayatta basiniza ne gelirse gelsin yaninizda olan, olmaya da devam edecegini bildiginiz ve sizi kosulsuz seven birilerinin varliginin verdigi huzur bence her seyden degerli... Yan yana gelindiginde paylasilanlarin isiltisi, yenen yemeklerin tadi, sohbetlerin canliligi...

Yillar gectikce buyuyen, buyudukce guzellesen, guzellestikce de bizi birbirimize daha cok baglayan bir evimiz var. Bu evde huzun de paylasildi, mutluluk da... Gozyaslari da beraber yasandi, kahkahalar da. En guzeli de bu. Ayri hayatlarin yarattigi ortak bir macera. Farkli sehirlerin hatta farkli ulkelerin yarattigi ortak bir dunya. Kaybettiklerimizin bile yanimizda oldugunu hissederek hic eksilmeden devam ettirdigimiz bir mucize... AILEMIZ...

"Buyuk bir ailen varsa her seyin var demektir..." Buyuk ve icinde olmaktan gurur duydugumuz bir ailemiz var. Hayatta sahip olabilecegimiz her guzel hatirayi bize hediye etmis, bizi seven ve yetistiren mukemmel bir aile...

Sevgimiz ve birlikteligimiz hic bitmesin... Sizi cok seviyoruz salamonlar :)

Yeni yiliniz kutlu olsunnnn:)

NAZ & DURU GOKTAN

23 Ocak 2010 Cumartesi

Hatiralar -Çilli Horoz türküsü

Pek hazzetmem bu tarz müziklerden, Ankara'da köy dügününe de gitmisligim yoktur, ama sonuç olarak bir Ankara (ya da o yöre diyelim çünkü Afyon olarak da geçiyor) halk türküsü, eh aile arasinda ya da uzakta gurbet ellerde olunca böyle seyler dinleyesi geliveriyor insanin. Sözleri de pek hos degil üstelik çocuk parçasi olarak geçiyor. Bakalim size neler hatirlatacak, buyrun Çilli Horoz'u siz de dinleyin. Çocuklugunuzdan hatirladiginiz türküleri siz de buraya koyun ailenin isitsel ve görsel hatiralarini toplayalim hep birlikte.

13 Ocak 2010 Çarşamba

Salamonlar'in Eley ayagi Kaliforniya gezisi

Efendim bildiginiz veya okuyacaginiz uzere Salamonlarin Eley ayagi bu kis Turkiye'ye tesrif etmediler. Onun yerine Kaliforniya'nin sahillerini boydan boya dolastilar. Tipki Turkiye bati sahillerini dolastiklari gibi arabalarina atlayip Kaliforniya'da yeni ve guzel yerler gorduler. Size bu yerlerden ufak resimlerle bir takim bilgiler topladim. Buyrun zevkle okuyun...


Santa Barbara'ya dogru araba ile baslayan yolculugumuz, oradaki ogle yemegi molasindan sonra Solvang adindaki bir kuzey Avrupa
sehrine benzetilmis kasabayi gezmemizle basladi. Efendim bu Amerikalilar eski dunyaya cok merakli Araplar gibi her mimari eserin bir taklidini yapiyorlar desek de burasi aslinda kuzey Avrupalilar'in (Danimarkali, Isvecli, Hollandali gibi) doldurdugu bir kasaba sehir. Tabii mimari kuzey Avrupa ulkelerine benziyor haliyle. Noel olmasi sebebiyle her taraf uygun olarak donatilmis bezenmis ancak kis olmasi nedeniyle de cok uzun gezmek mumkun degil. Zaten kasabanin ana caddesi de kucuk bir meydandan ibaret. Bu meydanda (fotograftaki degirmenin arkasinda kaliyor) Danimarka'nin unlu kulesinin ucte bir kucultulmus hali de mevcut. Nasil da ozenmisler. Neyse yolculugumuzun daha ilk ayaginda "bak Avrupa'ya gidemedik diye uzulmeyelim burada herseyin daha yenisi giciri var, ustelik ucaga binmeye bile gerek olmadi" diye sevindik (tamam itiraf ediyorum birazcik da alay ettik).

Burada ben denizi sasirmis olarak goruyorsunuz, biraz da sevinmis, cunku sanki baska bir dunyada gibiyiz. Eh Danimarka'yi da gormedigime gore farki anlamam da mumkun degil.

Bu sehirden ciktigimiz gibi solugu kalacagimiz San Luis Obispo sehrinde aldik. Burasi bir universite sehri. Kaliforniya Politeknik Universitesi'nin bulundugu sehir. Bir de askeri us var. Minicik bir sehir. Kaldigimiz Inn cok affilliydi ama. Ertesi sabah Noel arifesinde uyandik, tabii burada da her yer suslenmisti.















Ertesi gun ciktik unlu medyaci William Randholf Hearst'un bin dokuzyuzlerin basinda insa ettirdigi kalesine dogru yola ciktik. 30'larda buyuk ekonomik krizden sonra isleri iyi gitmeyince yaptirdigi bu "evi" Kaliforniya hukumetine devredip muze olarak gezilmesini saglamis. Zamanin onemli politik, medyatik, film dunyasi sahsiyetleri ile hasir nesir olmus onlari tanimak icin evinde konuk olarak agirlamis, evi adeta luks bir tatil cenneti. Ev ve etrafi o kadar buyuk ki gezmekle bitmiyor icinde acik ve kapali olmak uzere iki tane, iki tenis kortu buyuklugunde havuz, iki tenis kortu, atla gezi alani, dort konuk evi ve herhalde musdahdemin kalacagi yerler var. Dort tane konuk evi var hepsi ayri tarzda dosenmis. Kendi evi ayri bir muamma, icinde sinemasi var, bayagi da buyuk. Hearst on yasindayken annesi ile bir bucuk sene boyunca Avrupa'yi gezmis ve orada gorup etkilendigi ne kadar mimari varsa hepsini kullanmis. Julian Morgan adindaki unlu bir mimara yaptirmis. San Francisco'ya gidenleriniz ve mimari ile ilgilenenleriniz belki bilir bu ismi.






















Ilk resim kendi evi, sagdaki bir konuk evi ve sonraki resim de kendi evinin icindeki on salon.

Buradan ciktiktan sonra daha kuzeye arabamizla yol aldik. Bu yol unlu filmlere konu olmus Amerikalilar'in romantik buldugu bir yol cunku Amerika'nin herhangi bir yerinde rastlanmasi zor olan donemecli, daglik, ayni zamanda okyanusa paralel, tek seritli ve ayiracsiz bir yol. Hani bizim "hatali sollama kazalarinin" gerceklestigi turden. Eski Marmaris-Datca yolu gibi. Biraz daha Avrupai bir havasi var. Buradan Monterey Bay denilen John Steinbeck gibi unlu yazarlara, sairlere ev sahipligi yapmis, ilham vermis sehire gittik (okuyanlar icin Cannery Row'u gezdik). Cok buyuk bir koy olan Monterey'de dogal okyanus canlilarinin binbir turlusu bulunuyor. Koyun dibinde cok derin bir reef olmasi ve okyanusa nazaran daha az calkantili olmasi nedeniyle bir suru deniz canlisini barindaracak ve besin saglayacak bir mekan olusturuyor. Buraya gelen deniz canlilari arasinda deniz aslanlari, deniz kunduzlari, ve balinalar bulunuyor. Tabii bir suru kus turu de bu bolgede. Tam bir acik hava hayvanat parki. Ayrica burasi golf klupleri ile de unlu bir yermis. Burada iki gece kaldik, akvaryumunu gezdik, dogal hayata baktik.














Pacific Coast Highwayden bir goruntu ve ben balinalari izliyorum.

Point Lobos devlet parki'nda Cevat
















Yine ayni parktan bir agac ve okyanusa bakan kayalarin goruntusu




















Monterey sehrinde akvaryumu gezip seker deniz kunduzlarini da gordukten sonra Oakland ve Berkley'e dogru yola ciktik. Burasi Bay Area dedikleri San Francisco sherinin karsi kiyisinda, sehre bir kopru ile bagli baska bir sehir. Unlu UC Berkeley Universitesi'nin ana kampusunun oldugu bolge. Bir gece burada sinif arkadasimda kaldiktan sonra iki-uc gunlugune de San Francisco'yu gezdik. San Francisco ve Bay Area, bati yakasinin tek bilinen buyuk Avrupai sehirleri. Avrupai cunku kucuk, sirin ve kendi kendine yeten mahallelerden olusuyor. Mesela bu sehirde arabaya daha az ihtiyac var ve bir mahallede oturuyorsaniz buranin merkezi bakalli, manavi, lokantasi, camasirhanesi, kasabi, dukkani, kafesi bulunabiliyor. Berkeley Amerika'nin solcularin kalesi, okul da cevresi de eklektik bir yapiya sahip, her turden insan var, her turden bina var, cirkininden guzeline...

Ben Allison'in scooter'ini denerken


Berkeley Universitesi'nin en cirkin binasi mimarlik binasi ile kutuphanesi








Berkeley'deki diger arkadaslarimiz da Maryland'den tanidigim Bulgar Rossitza ile kocasi bizi oradaki bir Turk lokantasina goturduler (Turkish Kitchen). Cevat tabagindaki tavuk iskenderi bitirip benimkini de siyirdi, dahasi super leziz bir kunefe'nin dortte birini mideye indirdik. Cevat'in mutlulugunu kucuk de olsa asagidaki fotografta gozlerinde goreceksiniz.

Diger iki fotoda da San Francisco'da kaldigimiz otelin odasi gorunuyor. Sonradan ogrendigimize gore eskiden gaylere ait bir genelev olan bu otel, 70'lerdeki AIDS salgininda sehrin ilk ve tek kadin belediye baskani Dianne Feinstein tarafindan kapatilmis ve simdiki otele cevrilmis. En sagda otel odasindaki televizyonumuzun buyuklugunu gosteriyorum.















Veee su meshur Lombard street, filmlere konu olmus dik bir yokustan zigzag cizerek inilen kenari agaclarla bezenmis araba yolu... Cevat'in cok sevdigi What's up doc adli Barbara Streisand ve Ryan O'neil filminde araba kovalamaca sahnesine konu olmus.

San Francisco'ya kadar gidip bir tane de Altin Kapi Koprusu konulu bir foto koymazsak ayip olurdu...

















Daha sonra donus yolculugumuzu da Silikon Vadisi uzerinden yaptik. Nedir su datkam bizinisi dedik, bir de biz gozlerimizle gorelim dedik, vadi hakikaten silikon muymus diye sorduk... Biz silikon gormedik valla, sirketler de pek bir ruhsuzlugun ortasina kurulmus yerler. Yolda su yuksek derece ile okuyanlarin okulu Stanford'a bir ugrayalim dedik, Intel muzesini gezdik, Apple'in merkezine gidip binanin etrafinda arabayla bir kere dolasip hac gorevimizi de yerine getirdikten sonra, Google'a ugrayamadan donus yoluna koyulduk.


















Baba bizde bu ilk intel islemcili bilgisayar yok muydu? Bak muzelere dusmus ne kadar degerli ben dedim sana atmayalim diye, birgun degerlenecek diye...


















Iste bir maceramiz da boyle gecti. Bazi yerleri cok iyi gorememekle birlikte vakit buldugumuzda tekrardan donmeyi umut ediyoruz. Sizleri de bekleriz. Sevgilerle